17 Ocak 2016 Pazar

En kötü Tatil Hikayesi

Çeşme Turu, Çeşme Marina
Bir önceki yazımda Ets ile gittiğimiz ve çok keyif aldığımız turdan bahsetmiştim. Şimdi de tanınmamış, hatta belki de adını bile duymadığınız bir tur şirketinden aldığımız 3 gece 4 günlük bir Çeşme turundan bahsedeceğim. Tatil planımızı yıllık izin sorunlarından dolayı son dakika yapmak zorunda kaldık geçen yaz.  Ets tur ile gitmekti planımız ancak son dakika rezervasyonları oldukça maliyetli geldi bize. Fırsat sitelerine bakınmaya başladım. Hem çok kısa olmayan, hem uygun fiyatlı bir tane bulduk. Aradık tur şirketini, seyahat edilecek araç da dahil birçok konuda soru sorduk ve bilgi aldık. İkna ettiler nihayetinde ve tura katıldık. Facia gibi olsa da bize ders veren bir turdu. Yazdıklarımda en ufak bir abartı veya saptırma söz konusu değildir. Okudukça inanamama ihtimaliniz olabilir diye belirtmek istedim. 

İstanbul kalkışlı birçok tur şirketinin yaptığı gibi bunlar da İncirli' den tur otobüsü kaldırıyorlardı. Akşam 9 da yola çıktık sırtımızda çantalarla. Tur rehberimiz oldukça genç ve güler yüzlü bir kızdı. Tüm yolcular geldikten sonra topluca otobüse doluştuk ve yola çıktık. Bu arada tam bayram tatili olduğu için malum İstanbul trafiği söz konusuydu o gün. Biz İstanbullular bayramda yerimizde durmakta oldukça güçlük çekiyoruz zaten:) Otobüse binerken bir anlık şoförümüzün yüzünü gördüm ve dönüp arkamdaki eşime "adam her an ölecekmiş gibi duruyor" dedim. Gerçekten de oldukça yorgun ve halsiz görünüyordu. Yaşı oldukça ilerlemiş bir beydi. Otobüs kalktıktan sonra rehberimiz yolun 10 saat kadar süreceğini söyledikten sonra hepimize teşekkür etti. Normalde turun kalkacağı güne kadar yolcular her gün arar bin türlü soru sorarlarmış. İlk defa bizim tur katılımcıları sadece kalkış günü saat teyidi için aramış. Bunun için defalarca teşekkür etti bize. Güldük geçtik tabi.

İlk fiyasko otobüse bindiğimiz an gerçekleşti aslında. Turu satın almadan önce otobüs hakkında sorduğumuz soruları uzun gece yolculuğunda rahat gitmek ve güvenli olması açısından sormuştuk. Ben pencere kenarına oturdum. Koltuk rahat değildi ama en azından sağlamdı. Yanımda oturan eşimin koltuğu kırıktı ve kıpırdamadan oturması gerekiyordu. Tatile çıkıyoruz ya, ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza bey modunda olduğumuzdan umursamadık fazla. Rahatsız bir durum tabi ama lafını etmedik ne rehbere ne şoföre. 

Normalde uzun yol otobüslerine bindiğinizde kısa süre sonra su/çay/kahve servisi yapılır değil mi? Hatta yanında kek de ikram ederler mis gibi. Otobüse bindiğimizde saat akşam 9 du. Biz de evden çıkarken çabuk acıkmayalım diye evde yemeğimizi yiyip çıkmıştık. Fakat bayram trafiğinden dolayı köprüyü gece yarısı geçtik. Bu süreçte bize su dahi verilmedi. Rehber hanımı çağırıp kendimiz istemek durumunda kaldık. Birkaç yolcu su için kendisini oturduğu yerden kaldırınca mikrofonu eline aldı ve "arkadaşlar bu böyle olmuyor, numaramı kaydedin, Whatsapp'tan yazarsınız bir şey istediğinizde ben getiririm" dedi. İyi de siz söyleyin, hoş mu olur birine bana su getirir misin diye mesaj atmak? Dolayısı ile millet kendi kalkıp almaya başladı suyunu. Bu arada yaz günü içtiğimiz suların hepsi sıcaktı.  Otobüsün dolabı çalışmıyormuş. Çay ve kahveyi sorduğumuzda da "ben hepsini ayarlayacağım" cevabını aldık. 

Saat geçtikçe de acıkmaya başladık. Trafik öyle yoğundu ki feribota gecenin çok geç saatlerinde vardık. Oradaki araba kuyruğundan istifade, dışarıdaki büfelere koştuk ve kendimize köfte ekmek aldık. feribotta denize karşı yedik ekmeklerimizi başka şeyler düşünerek. Yediğimiz şeyi düşünmek istemedik çünkü köfteleri aldığımız yerdeki kadın, köfteleri ve üzerine koyduğu salatayı çıplak elleriyle avuçlayarak koydu ekmeğin arasına. Salatanın içerisindeki kocaman maşayı kullanma gereği duymamıştı. Açlığı gidermiştik ama sıcak bir şeyler içme ihtiyacı tavan yapmıştı. Tüm gece bir bardak kahve gelsin diye dua ettik, yok. Sabah gelir belki dedik. Sesimiz çıkmadı gece.

Sabah oldu, ilk gün Çeşme ve Alaçatı gezilip görülecek, sonra da denize girilecekti plana göre. Rehber kahvaltı molası için Çeşme limana geldiğimizi duyurdu. Otobüsten indik, boş bir yol üzerindeydik. Bu arada biz iner inmez otobüs gitti. Rehber yanımıza gelip "işte şuralarda kahvaltı için yerler varmış, bulup bir yere oturabilirsiniz (!) dedi ve bizden ayrıldı. 1.5 saatlik molanın 45dk sını grup olarak temmuz sıcağında, güneş altında yürüyerek, bir yer bulmak için harcadık. Çeşme marinanın yakınında indirmişler meğer bizi. Az yürüyüp içine girmemiz gerekiyormuş. Orada da birkaç yer vardı sadece. Kahvaltı yapılacak güzel olan yerler oldukça pahalıydı. En uygun yeri bulduk ve oturduk. 15tl den ucuz sandviç çeşidi yoktu oturduğumuz yerde. Kahvaltıyı yapıp kalktık fakat tüm grup çok sinirli bir şekilde bindi otobüse. Herkes "bu şekilde rehberlik mi olur? Çay/kahve içmedik zaten, bir de bilmediğimiz bir yerde bizi bırakıp kahvaltı yapacak yer bulun demek nasıl bir şey?" diye patladı haklı olarak. Rehber yüzsüz bir şekilde "aa, biz falanca yere gittik, keşke siz de gelseydiniz, ben de bilmiyorum buraları pek, bu benim ilk Çeşme turum" dedi. Topluca bir şok geçirdik ve artık kahve sorunu tekrar dile getirildi. Rehber tur şirketine attı suçu ve kendisinin elinden geleni yaptığını söyledi bize. Biz de kıza acıdık, kıstık sesimizi. 

Sırada Çeşme turu olduğu yazıyordu programda. Otobüse bindik ve bir süre yol aldıktan sonra birden rehberimiz mikrofonuyla konuşmaya başladı. Bize Çeşme Kalesi ile ilgili bir şeyler anlatıyordu. En azından biz öyle düşündük. Meğer anlatmıyor, okuyormuş. Vikipedi  sağ olsun. Rehber koltuğunda oturduğu için göremiyorduk ama okurken takılır ya insan, o şekilde verdi kendini ele. Arka koltukta oturanlar da fark etmiş olacak ki, telefonlarıyla Vikipedi'ye girip okuduğu metni takip etmeye başladılar. Kimimiz sinirden, kimimiz rehberin kendini düşürdüğü duruma gülerken fark ettik ki programda Çeşme kalesi gezisi diye planlanan kısım otobüs ilerlerken, kalenin görüş mesafesine girdiği 1-2 dakikayla sınırlıymış. Yani kahvaltı fiyaskosu hariç, Çeşme'ye ayak basamadık. İlk çeşme turu olduğunu belirtmişti bize kız, ama gezdirdiği yerle ilgili hiçbir şey bilmeyen bir rehberle gezince de iyice aptal yerine konulmuş hissettik kendimizi. Rehberlik buysa ben de yaparım öyle rehberlik!

Rehberin çeşme tarihini okuması bittiğinde otobüs kısa bir süre durakladı. Rehberin gideceğimiz yere karar vermeye çalıştığını fark ettiğimizde bizdeki şaşkınlığı görmeliydiniz. Nerede yüzeceğimiz bile planlanmış değildi. Rehber Alaçatı'da bir halk plajına gideceğimizi söylediğinde ise ayrı bir sinir dalgası kapladı tüm grubu. Grup olarak halk plajına gitmek istemedik. "Halk plajına gitmek istesek tura neden para verip katıldık ki, kendimiz de çıkıp gidebilirdik" sesleri yükselmeye başladı. Zavallı(!) rehberimiz de "beachlerin girişi 50 liradan başlıyor, sizin cebinizden para çıkmasın, daha fazla masraf yapmayın diye sizi halk plajına götürüyorum, ben siz mağdur olmayın diye, sizin için uğraşıyorum" diyerek resmen susturdu bizi. 

Gittik halk plajına, duş yok, tuvalet yok! Duş olmayan yerde giremeyiz denize diye itiraz etsek de başka şansımız kalmamıştı. Zira 100 metre ötedeki beachin girişi 60 liraydı ve orada da duş yoktu. Sahilin hemen dibindeki otelden alıyorlarmış suyu ve otel de tadilattaydı. Denize girdik duş olmamasına rağmen. Bikini/mayo değiştiririz, ıslak kalmayız dedik. Sonra tuvaletimiz geldi tabi canlı varlıklarız sonuçta. Tuvalet dedikleri bir yer vardı, oraya bakmaya gitti Ömer. Tuvalet  zemini de plastikten yapılmış bir kabinmiş. Yerine bir delik açılmış ve içi daha önce kullananlar tarafından doldurulmuş. Duramayıp çıkmış zavallım. Karşılaştığı şeyi bana anlattığında rehberin yanına gittim ve bir sonraki gün turla devam etmek istemediğimizi söyledik ve bize bir tekne turu ayarlamasını rica ettik. Ayarladığından emin olmak için de on dakikada bir "ayarladın mı tekneyi?" diye tepesine dikildik. Bu arada Alaçatı'da muza bindik, tek eğlenceli yeri o bölümüydü tatilin. O da Ömer'in bir haftadır çektiği diş ağrısı sebebiyle zehir oldu. Muz bizi denize devirdiğinde çenesini içimizden birinin kafasına çarptığı için ağrısını azmıştı. O gün bilmem kaçıncı ağrı kesicisini içti ağrının tekrar başlamasından dolayı ancak ilaçlar ateşini de yükseltince titremeye başladı ve Muzdan sonra bir daha da girmedik denize. Sahilden ayrılma saatimizin gelmesini bekledik oturup.

Sahilden çıktıktan sonra Alaçatı sokaklarında yine serbest vakit geçirelim diye "hadi gezin Alaçatı'yı" deyip Çeşme'de olduğu gibi bıraktılar bizi. Kaybolacak kadar uzaklaşmadan Alaçatı sokaklarını gezdik, bu sırada aç karnımızı doyurduk yine 15 liralık avuç kadar sandviçlerle. Otele dönmeden, ertesi günkü program Eski Foça olduğu için oradan kalkan tekne turlarını araştırdık, arayıp fiyat aldık. Gün berbat geçtiği için grubun tamamı katılmak istedi tekne turuna lakin 43 kişilik tekne bulamadık. Bayram günü sabah erken kalkacak bir turu bir önceki günün akşamı organize etmeye çalışmak elbette saçmaydı. Hepsi rezerve edilmişti ama belki bir umut buluruz diye bulduğumuz tüm telefon numaralarını arayıp sormaya devam ettik. Sonunda otobüse döndüğümüzde rehberin bir arkadaşının tanıdığının vasıtasıyla bir tane tekne bulunduğunu öğrendik ve rahatladık. Bu arada tekneyi rehber buldu fakat tura dahil bir şey olmadığı için ücretini kendimiz ödedik. Aslında orada da tur şirketinin bize pek bir hayrı dokunmadı. 

Bir önce anlattığım turda gruptakilerle ikinci günden sonra kaynaşmaya başlamıştık çünkü kimsenin hiçbir sorunu yoktu, herkesin keyfi tıkırdı. Fakat bu turda daha ilk günün sabahında herkes birlik oldu, 43 kişi tek yürek olmuştu resmen. 

Alaçatı turu da bittiğinde otele geçtik. İzmir'de fuara çok yakın bir yerde ara sokakta bir oteldi. Duş alıp restorana çıktık. Sabahki kahvaltı rezaletinden ve öğlen sandviçle geçiştirilen öğünden sonra akşam açık büfe hayali kurarken, uzunca bir süre önce pişmiş ve tabaklara konup bekleyen buz gibi bir porsiyon tavuk sote, ve birer tane gül böreği servis edildi. Tavuk kötüydü ama nasıl olduysa börekler oldukça lezzetliydi. Yemekten sonra içtiğimiz Türk kahvesi ise yanmıştı, bırakıp dışarı çıktık. Sahilde yürüdük, Konak'ta bir tur attık ve otele döndük. Işıkları bile açmadan yatağa gidip uyuduk. İyi ki de açmamışız o ışıkları. Nedeni yazının devamında. 

Ertesi gün neler olduğunu da anlatacağım. Her şey çok daha kötüydü maalesef. İlk gün bile tek başına yeterince uzun olduğu için iki parça halinde yayınlamaya karar verdim bu hikayeyi. En fazla 24 saat sonra 2. bölüm de yayında olacak. Beklemede kalın. 

Ek olarak ilk günden iki fotoğraf koymak istedim. Ömer'in zor dayandığı diş ağrısı yüzünden tatilin çoğunu çenesine koyduğu buzla geçirmesine ve diğer aksiliklere rağmen neşemizi korumaya çalıştığımızı görün diye:)

yazının devamı için: tıklayın
Çeşme Turu
Çeşme alaçatı turu
  






7 yorum:

  1. Aramıza hoşgeldin. 3.takipcinim. Blog Yorum Kardeşliği grubumuza beklerim daha çok arkadaş edinirsin.

    YanıtlaSil
  2. Güzel fotoğraflar kalmış geride :)

    YanıtlaSil
  3. Tur işi şans işi bence. Ben şimdiye kadar turla sadece Karadeniz'e gittim. İnternetten eşimle beraber bir tur satın aldık. İnternette o şirketle ilgili kötü yorumlar vardı ama rehberimiz, turdaki insanlar ve organizasyon o kadar iyiydi ki, çok memnun kaldık. Eğer Karadeniz turu düşünürseniz turun ve rehberimizin adını verebilirim.

    YanıtlaSil
  4. rehber ve organizasyon çok önemli zaten. Karadeniz turunu yakın zamanda düşünmüyoruz fakat seneye bir ihtimal olabilir :) Karar verince size ulaşır alırım bilgileri olur mu? :)

    YanıtlaSil

blogumun adını neden değiştirdim?

Anladım ki insana tek bir kimlik yetmiyor. Belki de bu yüzden arttı son zamanlarda profillerdeki kocasının prensesi, paşasının annesi(!) ib...